Sevgiyi Sevenler

B

Bali Bey

Guest
İÇİMİZDE DÜŞMANLIK duygusu mu önde, sevgi duygusu mu?



Kalbimizde nefret duygusu mu hâkim, yoksa muhabbet duygusu mu?



Bir insanla karşılaştığımızda onda hoşumuza gitmeyen şeyler mi gözümüze çarpıyor, yoksa hoşumuza giden taraf*ları mı?



Bir din kardeşimizi gördüğümüz zaman onun eksikleri mi dikkatimizi çekiyor, yoksa iyi ve güzel tarafları mı?



Dargın olduğumuz birisiyle en kısa zamanda barışmak mı içimizden geçiyor, yoksa o can sıkıcı hali devam ettirmek mi?

Her ne olursa olsun barış taraftarı mıyız, yoksa hep barı*şın karşısında mı yer alıyoruz?

Bir çeşit test soruları olan bu suallere herkes kendi dün*yasında cevap aramaya dursun, biraz da konunun özüne inmeye çalışalım.



Eğer sevgi, bütün geçerli sebepleriyle birlikte gerçek an*lamda bir kalpte bulunsa o zaman düşmanlık geri planda kalır ve acıma şekline bürünür.

Buna göre sevdiğimiz bir insanın kötü yönleri, hoşumuza gitmeyen tarafları varsa, ona acırız. Baskıyla değil, tatlı bir yaklaşımla düzeltmesine çalışırız.

Sevdiğimiz bir insanın hoşumuza gitmeyen bir huyundan dolayı ona tavır almazsak, bir an önce bu davranışım dü*zeltmesini arzu ederiz. Düzeltemese de ondan nefret etme yerine onun adına acır, üzülürüz. Bu durum içimizdeki sev*ginin hep ön planda olduğunun alametidir.



Fakat düşmanlık edecek ve nefret duyacak sebepler kal*bimizde gerçek anlamda bulunuyorsa, bu durumda sevgi geri plana düşer, resmi ve yapmacık bir kılıfa bürünür. Bu da çift kişilikli bir tavrı ortaya çıkarır.



Mesela karşı taraftaki adamdan nefret ediyor, mümkün olsa hiç görüşmek istemiyor, fakat birlikte bulunmak zorun*da isek veya ona hep ihtiyacımız olacaksa, bu durumda dav*ranışlarımız hep yüzeysel kalır, resmi bir havada yürür.



Düşmanlık duygusu öne çıkan, barışa yanaşmayan ve ge*çinmeden ziyade geçimsiz tavırlar sergileyen bir insan zaten her şeyden önce kendi kendini yiyip bitirir. Çünkü o kişi ak*lına geldikçe, onunla arasında geçen olayı hatırladıkça içi daralır, canı sıkılır, morali bozulur, stres içine girer.



Çare, "düşmanlığa düşmanlık etmek, sevgiyi sevmektir."



Yani içimizde var olan düşmanlık duygusuna karşı düş*manlık etmeli, hayata düşmanca değil, dostça ve kardeşçe bakmalıdır.

İçimizde sevginin yeşermesi için de her şeyden önce "sevgiyi sevmeli", sevgi duygusunu sevmeli, seven, sevilen ve sevimli bir insan olmalıdır.

Bu zor gibi görünen, gerçekten de zor olan bu işi büyük*ler çözmeye çalışmışlar.



Bir gün Hazret-i Mevlânâ'nın huzuruna birbirlerine dar*gın iki kişi getirirler. Mevlânâ onlara bir an önce barışmala*rını söyler ve şu örneği verir:

"Allah, bazı insanları su gibi lâtif, mütevazı, daima aşağı*ya doğru akan ve yumuşak huylu yarattı, bazılarını da top*rak ve taş gibi sert mizaçlı olarak yarattı.

"Su, toprağa karışır, meyvelerin büyümesini, canlıların hayatlarını devam ettirmelerini sağlar. Böylece o sulardan ruhlara ve bedenlere gıda temin edilip, menfaat sağlanır.

"Su toprağa gitmezse, topraktan da, sudan da layıkıyla is*tifade edilmez.

"Ey Nureddin! Bu arkadaşın toprak hükmünde olup, ye*rinden kalkmaz ve barışmazsa, sen su gibi tevazu üzere ol ve onunla anlaş.

"Herkes bilir ki, iki küs olan kimseden hangisi öbürün*den önce davranırsa, Cennete ötekinden önce girecektir. Da*ha çok sevap kazanacaktır. Dolayısıyla, bu barıştan her iki*niz de istifade etmiş olacaksınız" buyurdu. Biraz sonra her iki kişi de barıştılar.





Kur'ân diyor ki: "İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğe, i-yiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir." (Fussilet Suresi, 34)
 
Top